30 Nisan 2018

Hasta Adam

Gökyüzü karanlık... Öksüre öksüre kaldırımları ikide bir soluklanarak yürüyordu. Kendini yıldızlara bakarak teselli ediyor, rahatlatıyordu. " En azından görüyorum." diye iç geçirdi, yorgun ve yılgın bir sesle. Evi sokağın az ilerisinde bulunuyordu. Diğer evlerden farkı, tahtadan olmasıydı. Küçük bir bahçesi vardı. Kendisi gibi hasta bir bahçe: Kurumuş iki ağaç ve otlar. Bahçeden içeriye girdi. Kapıyı açtı. Kapı kilitli değildi. Yıllardan beri süre gelmiş bir alışkanlık. Kapıyı kilitlemezdi. Çünkü kendide biliyordu, hırsız olsa dünyada en son gireceği ev, kendi eviydi. İçeriye girdikten sonra holü geçti ve ufak, rutubet kokan odasına girdi. Cebindeki kibrit kutusunu çıkararak bir kibrit çaktı. Eskimiş bir çalışma masasın üstünde duran kandili ateşledi. Öyle ki kandilin ışığı odaya fazla geliyordu. Sandalyesine oturdu. Oturmanın rahatlığı aksine onu şiddetli bir öksürük nöbetine soktu. Sonuydu. Farkındaydı. Masanın üzerinde duran, eski, hoş, deri kapaklı defterini açtı. Evinde değerli sayılabilecek tek şey o defterdi. Tükenmek üzere olan kurşun kalemini eline aldı. Biraz bekledi. Gülümsedi. Artık öksürmüyordu. Gözünden sıcaklığı hissedilebilecek bir damla yaş süzüldü ve yazmaya başladı.
" Ey dünya! Ey insanlar! Bunlar son derece değer verdiğim defterimin son yazılarıdır. Ben artık gidiyorum. Hasta olduğumdan değil, bıktığımdan, yorulduğumdan, asıl sizin hasta olmanızdan gidiyorum. Zannetmeyin ki korkuyorum. Aksine ufak bir çocuk gibi sevinçli ve istekliyim, çünkü sizin omzuma bıraktığınız bu bütün yükten kurtuluyorum. Fenalıklarınızdan, çirkinliklerinizden, yalanlarınızdan, hepsiden, her şeyden, kurtuluyorum.  Zannetmiyorum ki gideceğim yer buradan daha kötü olsun. Hatta sanıyorum ki daha güzel bir memlekete gidiyorum. Masmavi gökyüzünün hep temiz kaldığı, yıldızların daha parlak ve daha güzel olduğu, dağların daha büyük ve daha ihtişamlı olduğu, denizin daha berrak olduğu, kudretli büyük ağaçların hep yeşil kaldığı, sizsiz bir memleket..."

Kalemi bıraktı. Defteri kapayıp kırmızı bir kılıfa sardı ve hemen yanındaki kitaplığın en üst rafına yerleştirdi. En sevdiği kitabı eline aldı ve yatağına doğru yürüdü. Uzandı ve yorganını çekti. Üşüyordu, çok üşüyordu. Kitabı açtı ve şu satırları sesli sesli okudu; "Ve artık en sonunda ben, bütün güzel duygularla birlikte, kimsesiz bir odada, huzur içinde, ölüyorum..."

Dışarıda hafif bir rüzgar vardı. Kışın son nefesiydi bu rüzgarlar. Sokaklar sessiz, sokak lambaları sönüktü. Dışarıda tek bir insan yoktu. Canlılığa alamet, bir tek kedi, çöp kenarında, karnını doyurabilecek şeyler arıyordu. Yüzüne ay ışığı vuruyordu. Gülümsedi ve gözünden, sıcaklığı hissedilebilecek bir damla gözyaşı süzüldü. Gözlerini kapattı. Sonra tekrar açtı. Güçlükle "Elveda!" diyebildi. "Elveda!" Rüzgar son kez camına vurdu. Ay son kez tepedeydi. Gidiyordu. Kafasında tasvir ettiği memleketine, sevdiklerinin ve güzelliklerin memleketine. Gözlerini tekrar kapadı. Bir daha açmamak üzere. Derin bir nefes aldı. Bir daha almamak üzere...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder